29 Mart 2015 Pazar

Sandıktan...



             Sahilde

Kadının gözlerinin üzerinde olduğunu hissediyor ve tedirginliği gittikçe büyüyordu. Bir an önce uzaklaşmak ya da gidip konuşmak arasında yapmaya çalıştığı seçime de karar veremeyerek,   biraz da inadına iyice yayıldı kumların üzerine. Elindeki kitabı okuyor gibi yapmaya devam ederek sürdürdü tavrını... İnadını günbatımına kadar sürdürecekti. Kadın hala oradaydı ve zaman zaman başını çevirse de çoğunlukla ona dik dik bakıyordu. Bir çocuk gelerek kadının yanına oturdu. Günbatımına az kalmış ve sahil neredeyse tamamen boşalmıştı. Çocuk yanında getirdiği dondurmaların birini kadına uzattı. Diğerini kendisi yemeye başlayarak ondan tarafa bir süre baktı. Kadın kumların üzerine yüz üstü uzanarak dondurmasını yedi. Sonra ayağa kalktılar ve çocuk kadının koluna girerek onu ters yöne doğru çekti. O an fark etti ki kadın kördü...

                                                                                            2003 -Turgutreis



Sabun

Kapı çaldı.  Açmadım. Bir süre sonra tekrar,  ısrarla,  uzun çaldı. Belki de içeride kimse yok sandı. Kızarak çaldı belki. Kalktım ve açtım. Kırklarında bir kadın.
“Şehit karısıyım. Yetmiyor ne maaş ne de yardım. Sadaka istemiyorum,  alır mısınız bir paket sabun?”
Kapıyı kapattım. Aklımdan geçenleri söyledim mi?
Bilmiyorum….
                                                                                             1993 -Ankara





Pilav

            Salı pazarıydı. İlkokul üç ya da dörtteydim.  Anafartalar caddesinde,  Ankara kalesinin altında o çok sevdiğim sokakta oturuyorduk. Annem maaşını almış benim elimden tutmuş,  kalenin içindeki pazar yerine gitmiştik. Pazarı bir baştan bir başa iki kez dolaştıktan sonra bir havuçcunun önünde durduk.
“Bir kilo havuç” dedi. Havucu aldı koluna taktığı çantanın içine attı.
Arandı. Çantanın içine,  elbisesinin ceplerine,  göğsünün üstüne defalarca baktı. Çantadan havucu çıkarttı. Utanıp sıkılarak tezgaha bıraktı. O an niye almıyorsun dercesine baktım yüzüne. İki yanağından iki damla yaş süzülerek yavaşça indi aşağıya. Geçtiğimiz yerleri iki ya da üç kez arayarak döndük eve.
            O gün de,  çoğunlukla yaptığımız gibi,  akşam yemeğinde yeşil mercimek çorbası ve bulgur pilavı yedik.
            O iki damla gözyaşı iki gül dikeni gibi saklıdır hala yüreğime.
                                                                                                         1995 -Ankara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder