7 Nisan 2015 Salı

Sandıkta Unutulanlar


Yaşamaya dair ne varsa söylenecek hepsi söylenmiştir diyerek vazgeçmek olur mu hayattan? Yaşamalı. Hem de en azılı tutku halleriyle yaşamalı. Arabesk bir körlükle, duyarsız bir sağırlıkla yaşamalı...  Hatta ölmeli yaşamın içinde, sanki kendisi değil de hayatı öldürürcesine yaşamalı...   Kendisi ölürken hayat da ölecekmiş gibi tutkuyla yaşamalı hayatı ve ölmesin diye hayat, bahar, yaz, kış onlar yaşasın ve sürsün diye ciddi bir direnmeyle yaşamalı.                                                                                                                                                                  17.04.2001 

                                                                                                                   
                Ey kuşum, serçe yürekli kartalım! Kanıyor yüreğim her gün biraz daha... Lokmalar kalıyor boğazımın en durmaz yerinde, düğümleniyor nefesim, tıkıyor kendi yaşam yollarımı. Acıyı anlamak için illa ki değmeli insan yüreğine. Yoksa hayır. Anlaşılamıyor. Yetmiyor anlatmaya çalışmak da. Bir ana yüreğinden daha çok kim hissedebilir ki evladının acısını. Kanıyor tüm bedenim. Açlıktan ölüyorum her gün ve duyan yok çığlığımı. Çığlığım, asılı kalıyor hayatın kuytu bir köşesinde. Sabrınız varsa deneyin, açlıktan ölmeyi, soğuk bir beton zeminde...     
22.04.2001


Yabancısıyım bu hayatın. Ağaçlar, otlar, çiçekler.. Yabancısıyım. Gökyüzünün yabancısıyım,  toprağın, denizin, balıkların,  tüm zamanlar gibi. Bu zamanların da yabancısıyım. Yeşile, sarıya, maviye..bulutların akına,  şehirlerin yağmuruna,  yatağıma,  yanımda yatana, sabah mahmur uyanmalara, gördü diye selamlara, görmedi diye dönüşlere, yaptığım işe, patronuma, işçime, ziyaretçime.. yaz yağmurlarının sevincine, fırtınaların uğultusuna,  dalgaların sesine...
Yabancısıyım, aynadaki adamın kestiği sakal bana ait değil.
                Gözlerindeki pırıltı nerden gelir, niye keser tırnağını görmez mi düşer parmaklarım yapışıp tırnağa,  niye yaşar şehirlerde, orman neden vahşileştirir ruhunu, neden sürükler beni peşinden, gitmem,  bilmez mi yabancısıyım ben onun, neden özler kar örtüsünü,  ak karlarda neden hep kan düşünür.Kan neden ölüm demek, her kurşun sesinde kaç ölüm hatırlar, kaç ölüm bırakır geride bu günü yaşarken.
Ölüm neden soğuktur, her doğan sıcağa mı doğar, doğanların doğallığı ölümün doğallığı değil midir? Kaç anne doğumda ölür, ölümlü doğumlardan doğanlar ne kadar doğmuşturlar ne kadar ölmüş?.. Neden şehirler hep yalnızlığa çağırır beni, bilmezler mi yabancısıyım şehirlerin küskün şehirler bana, ben şehirlere dargın,  şehirliler kendine. Yabancısıyım sayıklamaların. Uykuda, hastayken sayıklamak yasak bana, yasak konuşmalarla sürer hayatım, hayatım yasak bana. Aynadaki adam anlamadı bunu, hadi gel dedi, tuttu elimden gideceği yer yasak, ben yasaklara yabancı.

                Ölümlü eski zaman sayıklamaları, dört kişiye bir portakal, kanlı bir kar, yorgan güneşte erir, kan çıkar ortaya, dört kişiye bir portakal, üç hisse vaz geçer portakaldan ve hayattan, bir kişiye bir portakal, zehir zemberek, aç-yalnız bir kış günü, bir kişiye bir portakal, portakallar yabancı, kışlar aldatmaca, turuncu yasak, renklerden korkanlar resim yapamazlar, resmetmek yasak. Dargınım şehirlere çok aldattılar beni. Onlar da bana.  Yarım kalmış hayatları yaşamak, en acılı, en zor ölümü kabullenmektir.                                 
                  Ölüm insan için.  Hayat kadar. 
                                                                                                                               
                                                                                                                    03.01.2000

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder